"Enter"a basıp içeriğe geçin

Benim Hikâyem – 2: Tasavvuf ile İlk Karşılaşmam

Her gün Kur’an meali okumaya çalışıyordum. 3-4 vakit namaz kılmaya çalışıyordum. Bu süreçte fark ettiğim şeylerden biri, insanların alışkanlıklarını değiştirmesinin ne kadar zor olduğuydu. Daha önce edindiğim kötü alışkanlıkları tek tek bırakmaya çalışıyordum ancak kolay olmuyordu. Defalarca kararlar alıyor, sonra bu kararları istemeden/nefsime hâkim olamadan çiğniyor, sonra yeniden aynı kararları alıyor ve kendi kendime bu defa sözümü tutacağım diyordum. Bu süreçten anladığım, edindiğim alışkanlıklara çok dikkat etmem gerektiğiydi. Çünkü alışkanlık kolay kazanılıyor ancak zor terk ediliyor. Neyse, bu süreçte farklı kaynaklar ve internet üzerinden de araştırmalar yaparak İslam’ı öğrenmeye çalışıyordum ve çok geçmeden yolum tasavvuf ile kesişti.

Allah (Haşa!) Herşey Mi?

Okuduğum tasavvuf kaynaklardan birinde böyle yazıyordu. Haşa! Kâinatta gördüğümüz herşey, bizde dahil Allah’ın zatının ta kendisi imişiz. Sadece onun form değiştirmiş haliymişiz. (İbn Arabi bunu, Allah şekil değiştirip evrene dönüştü, tıpkı suyun gaz halinden sıvı ve katı hâle geçişi gibi diye açıklıyor.) Bunu ilk duyduğumda bende yarattığı dehşet hissini tam olarak tarif edemem. Biz aciz varlıklar olarak nasıl yaratıcı güce sahip olabiliriz, herşeyi yaratan ile nasıl denk olabiliriz diye düşündüm. Etrafımızdaki tüm o binaların, taşların, necis gördüğümüz şeylerin Haşa! Yaratıcının farklı formda tezahür etmesi olduğunu düşünmek bile mide bulandırıcıydı. Kur’an Meali açıp araştırmaya başladım. Neyse ki araştırmalarım çok uzun sürmeden aşağıdaki ayeti gördüm:

“Buna rağmen insanlar, Allah’ın kullarından bir kısmını O’nun bir parçası saydılar. Gerçekten de insan apaçık bir nankördür.”

Zuhruf Suresi, 15. Ayet

Benzer isnadlar, Hristiyanlar tarafından da yapılmış ve İsa(as)’ı Allah’ın bir cüzü saymışlardı. Allah, onlara akletsinler diye mealen “Mesih ve Annesi yemek yerdi.” buyurdu. 

“Meryem oğlu Mesih sadece bir peygamberdir: [Diğer] bütün peygamberler o’ndan önce gelip geçti; o’nun annesi, hakikatten asla sapmamış olan biriydi; ve onların ikisi de [diğer ölümlüler gibi] yiyecekle beslenirdi. Bakın, bu mesajları onlara nasıl açıkladık: ve sonra bakın, nasıl tersyüz olmuştur onların zihinleri!”

Maide Suresi, 75. Ayet

Bu iki ayet ve Kur’an-ı Kerim’in bütününe baktığımda, hadisleri incelediğimde, tasavvufun iddia ettiği bu inancın hiçbir şekilde bir dayanağı olmadığını gördüm. Bu arada inancın literatürdeki adını da söylemeden geçmeyeyim: Vahdeti Vücud.

Sonuç olarak, Tasavvuf’un sapkın bir yol olduğunu ilk o dönemde anladım ve o günden sonra da Allah’a hamd olsun tasavvuf yoluna düşmedim. Ancak tasavvufu şiar edinmesiyle bilinen tarikatlara mensup kişiler ve yine özünde tasavvuf ile aynı şeyi savunan aleviler ile konuşma, inançlarını onlardan dinleme ve öğrenme imkânım oldu. Tarikatlar ve Sai Baba gibi Hint kökenli dini figürler ile ilgili kitaplar okudum ve özünde birçoğunun aynı iddialarda bulunduğunu gördüm. Bunlara da ilerleyen yazılarda değinmeye çalışacağım.

Selametle..